Kitabım Hakkında

Resim
  Uzun zamandır zihnimde dönüp duran anıların, düşüncelerin bir dışavurumu olabilecek bir fikir ile kitap yazmaya başladım.  Sürecin içeriği değiştirdiği bir kitap olabileceği gibi, çoğu insanın kendi hayatından kesitler bulabileceği, aynı zamanda felsefi fikirlerim ile bunları birleştirdiğim bir yapı olacak.  Blog yazmaktan ziyade kitap yazmanın farklı bir duygusu var.  Sayfalar size içinizdekileri dökmenizi söylüyor, beden bunu uyguluyor, zihin ise sürekli kontrolcü bir yapıda bazı yazılanları silip bazılarını tebrik ediyor.  İnsanın kendisi ile çatışmaya girdiği bir alan orası. Kitabın yazım sürecini uzun bir süreye ayırmaya karar verdim. Birkaç yıl içerisinde yaşadıklarım ile eşleştireceğim fikirler sayesinde yaklaşık bin sayfaya kadar çıkarmayı düşünüyorum.  Bunun risklerinin farkındayım. Sıkıcı olmaması, sürükleyici ve bilgilendirici olması gerek.  Bu yüzden yıllara böldüm.  Gelişmeleri ve yeni fikirlerimi kitabım haricinde burada da paylaşa...

Medeniyet Yanılgısı






     Medeniyet denen durum, insanın şehir hayatını kendine özgün bir durum haline getirme çabasıdır. Örneğin doğa hayatının belirli kuralları, kanunları vardır. Doğada yaşamak zorunda olan bir insan çatalı sol, bıçağı sağ elle tutmaya özen göstermez. O an elleri bu işlevi görecektir ve farklı yeme biçimleri deneyerek kimseye gösteriş yapma arzusu içinde olmaz. Bu pagan kültüründe de, köy kültürlerinde de böyledir. Olması gereken budur, doğallıktır. Şehir hayatında ise medeniyet isimli bir kılıf bulunarak insanları bu kılıfın içine sokma çalışmaları sürdürülmektedir. Bunda asıl dayatılan şey ''Olması gereken'' teması oluşturularak, insanları buna empoze etmektir. Bunun övülesi hiçbir yanı olmamakla birlikte hakaret edilesi pek çok yanı vardır.

 Rousseau'nun ''Yalnız Adamın Hayalleri'' eserinde, olması gereken birey biçimi bir nevi özetle verilmiştir. Kitabı okuyup ana karakteri tanımaya çalışırsanız bunu anlayabilirsiniz. Doğacılık; yaşadığımız dünyanın en temel güdüsü, yaşam belirtisidir. Kendi yaşam biçimine sahip olan doğa, bu biçimin dışında hiçbir şeye ihtiyaç duymaz, fakat değişimlere de uyum sağlar. Değişimi ona sağlamak ise yapılan eylemin iyi ya da kötü olduğuna göre iyi ya da kötü sonuç verir. Eğer medeniyeti doğa hayatına empoze etmeye çalışırsanız, doğa hayatına empoze olur, medeniyetinizi unutursunuz. Doğa dayatmaz, zaten zorundasınızdır. Bundan şikayetçi olanlar ise doğruyu reddetmiş olurlar. Bunun doğru olduğu üzerine bu kadar ısrarlı olmamın sebebi ise; insanlık olmasaydı da doğa yaşamaya devam edecekti, fakat doğa bir gün yok olursa insanlık yaşamaya devam edemez. Bu dünyamızın temel kanunu yani doğa kanunudur. Bu yüzden, şehirleşmiş hayatın ne denli yanlış ve zarar getirecek bir düzen içerisinde sürüp gitmeye devam ettiğini söyleyebiliriz.

Peki, bilim ile doğanın arasındaki eşik nedir? Bilim ile doğa asla birbirinden ayrışmaz. Simyanın bulunuşu, doğa ile iç içe insanlar tarafından olduğu gibi, günümüzde bulunmuş teknolojinin zaten çok eski zamanlarda  temelleri atılmıştı. Bunu pek çok uygarlık kalıntısında görmek mümkün. Bilimin asıl amacı, doğanın faydalarını, gizemlerini çözmek, soru işaretlerine çözüm aramaktır. Eski zaman insanının taştan fırın yapması, giyimini, yiyeceğini, doğadan karşılaması ve hatta hayvanların dahi öyle buluşları vardır ki doğanın zorluklarına karşı o medeni hareketler temasını uygulamadan kendi deneyimleri, buluşları ile hayatta kalırlar. Bu da insanın aslında çatalı sol elle tutmak gibi medenice sandığı hareketlerin ne kadar boş, gereksiz ve kendini kandırmaktan başka bir şeye yaramayan hareketler olduğunu ispatlar.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Testere Filminden Replik

Sadece Bir An İçin

Pablo Neruda - Unutmak Yok